29 Aralık 2013 Pazar

OSMANLIDA KOKU

Güzel ve hoş koku, Osmanlı imparatorluğu zamanın da da önemli bir yer bulmuştur. Sünneti seniyye ye uyulması anlamında tüm Osmanlı padişahları kokuya muazzam önem vermişlerdir. Sarayların hemen hemen her yerinde güzel kokulu buhurlar mevuttu. Geleneksel Osmanlı kokuları, kokulu sular, kokulu yağlar ve özel kokulu macunlardan ibaretti. Osmanlı kokuları denildiğinde ilk olarak aklımıza gelen buhur suyudur. Osmanlı’nın kristal şişeli kokuSu olan “buhur suyu” terkibi ve yapılışı hakkındaki bilgiler arşivlerimizde nerdeyse en eski bilgilerdir. Bu suyu Osmanlı Hırka-i Şerif alayına katılması istenenlere bir davetiye olarak gönderirdi. Halk arasında bilinmezdi. Devlet erkânı ve saraya has bir uygulama idi. Bu suyun hazırlanmasında ve dağıtımında özel bir merasim olurdu.
Ayrıca “Galiye” adı verilen özel koku macunları vardı. Bunlar ağırlıklı olarak Misk Amber ve birkaç karışımdan yapılırdı. Küçük kutularda muhafaza edilir ve erkekler bıyıklarına ve kaşlarına sürerlerdi.
 Birde “Şemime” adı verilen minik koku topları vardı. Bunlar cilde sürülmez ama cepte yahut masada vs bulundurulur zaman zaman avuca alınıp koklAnırdı.

Her padişahın neredeyse kokuları faklıydı. Buradan da anlıyoruz ki koku insan karakterinde büyük bir önem arz etmektedir. Çünkü insanın karakteri olduğu gibi kokunun da karakter yapısı vardır demiştik.

Gül, Misk ve Amber gibi en sevilen kokular ile hazırlanarak yapılan mürekkeplerle yazılmış olan Kur’an-ı Kerimler bugün hala mevcuttur. Osmanlı zamanında evlerde ve işyerlerinde bilhassa Reyhan (Fesleğen) ve Nane gibi güzel hoş bitkilerin sinek, haşere ve fare kovucu olarak yetiştirilmesi yaygındı. Osmanlı hanımlarının en gözde kokuları ise, Menekşe, Karanfil, Gül, Portakal çiçeği, Sardunya, lale, Sümbül ve Hanımeli’dir. Güzel koku sadece vücuda sürülmezdi. İçeceklerde ve yiyeceklerde, hatta ilaçlarda daHi kullanılırdı.Bilhassa Ramazan ayında Gül, Misk, safran vb. kokulu şerbetler (mümessek) ve Gül tatlıları (güllaç gibi), ayrıca güzel kokulu reçeller sofraları tamamlardı. Gül, Peygamber Efendimizi temsil ettiğinden dolayı, mevlit ve evlenme gibi merasimlerde, birer sanat eseri olan “gülabdan” lar da gül suyu ikram edilirdi.

Osmanlı evlerinin bahçelerinde veya balkonlarında mutlaka gül, sümbül ve reyhanlar bulunurdu. Sümbüllerin bakımı evin hanımefendisine, güllerin ise beyefendiye aitti. Neden reyhan, sümbül, gül derseniz.
Reyhanı koklayarak şükretmeyi, sümbüle bakarak ölmeyi ve tekrar dirilmeyi, güle bakarak Allah cc resulü Hazreti Muhammed aleyhisselamı  tefekkür etmeleri için…
Her bahar ayında eve reyhan alınırdı. Reyhan o misler gibi kokusuyla hoş bir şekilde kokmaya başladığında şöyle yavaşça reyhanı eli ile okşaR ve avucunu burnuna yaklaştırıp kokuyu avucunda duymaya başladığında atalarından öğrendikleri bir cümleyi tekrarlarlar:
“Bizi bu sene de Reyhan’a ulaştıran yüce Rabbimize şükürler olsun…”

Günümüzde insan hayatında birçok güzel koku vardır. Üstelik bir kısmına dolar üzerinden çok yüksek fiyatlar ödeyerek satın aldığı halde, algıladığı o güzel koku için şükretmek aklına bile gelmez. Neden biliyor musunuz? Çünkü üretilen kokular ne kadar güzel ve kaliteli olursa olsun Reyhan’ın doğallığına ve saflığına ulaşamaz. Yani bir zamanlar Reyhanın kokusu ile şükrü hatırlayan ve hatırlatan insanlarımız vardı.

Sümbüle gelirsek. Eskiden doğal olan sümbüller vardı. Şimdi de Sümbül var. Ama şimdikiler tıpkı modern addedilen insan gibi kokusuz, köksüz ve ruhsuz.
Oysa Osmanlı sümbülleri çok güzel kokardı. Ve her bahar tekrar alınıp saksıya dikilmezdi. Evin hanımefendisi sümbül soğanını ilk kez alıp sAksıya diktikten sonra, ertesi yıl tekrar almasına gerek kalmazdı. Şimdikiler gibi kısırlaştırılmış soğanlardan yetiştirilmezdi. Yoktu ki zaten. Osmanlı Sümbül’ü ise aynı soğandan yeniden yetişirdi. Sümbül’ün ömrü çok kısadır. 15 – 20 günlük bir yaşamdan sonra mevsimi geçince ölür. Ancak evin bir köşesinde tam bir yıl öylece muhafaza edilen saksı sonraki baharda tekrar sulanınca yeniden Sümbül verirdi. Sümbül’e bakan tefekkür sahibi, kör gözlere: “Sen ki; Allah cc. öldükten sonra çürümüş kemikleri yeniden nAsıl diriltecek mi diyorsun, ben bu sümbülü geçen sene öldüğünden bu güne hiç sulamadım. Tıpkı toprağın içindeki ölü vucud  gibi ölüydü  Sümbül soğanı. Fakat bak zamanı gelince yeniden topraktan bitiverdi. İşte seni de Allah cc  o Sümbül’ü dirilttiği gibi diriltecektir.” Diyerek Kur’an-ı Kerimdeki ilgili ayeti okurdu ve tefekkür ederdi Sümbüle bakarak…

Gelelim güle. Daha önce bahsetmiştik Gül RasulullaH ile özdeşleşmiştir.
Terlese güller olurdu her teri.
Hoş dererlerdi terinden gülleri.
....
Zaman o Gül gibi gül görmedi zaman olalı 
Gül’ün güzelliği dillerde dasitan olalı.
…..
Görmedik böyle gül-i rüyu güzel
Ten-i gül-i büyu güzel, boyu güzel

Tamamen muhabbetten, edebi kaygılarla yazılmış bu cümlelerin manaları eskiden Osmanlı insanın gönlünde öylesine yer etmiş ki Gül’e bakıp Resulullah’ı hatırlamayı ve hemen ardından da Salâvat getirmeyi alışkanlık haline getirmişlerdir. Her gülü kokladıklarında salâvat getirmeyi ve rasulullahı tefekkür etmeyi ihmal etmemişlerdir. Bir kimse Gül’ü koklarken salâvat getirmezse ona kaba insan gözü ile bakarlardı. İşte kokuya böyle önem veren OsManlı insanı ile günümüz insanı arasındaki zarafet farkı buradan anlaşılmaktadır.
Gülü koklamanın da bir adabı usulü vardır. Gülün kokusunun rayihasının en yoğun olduğu zaman seher vaktidir. Seher vakti Gül dalına yaklaşacaksınız. Derin bir nefes alacaksınız. Dalın üzerindeki çiğ damlalarını yavaşça adeta gülleri uyandırmak istemezmiş gibi silkeleyin. İşte bu hareket kokunun daha yoğun çıkmasını sağlamaktadır. Eğer gül dalını kopardıysanız, o halde Gül’ü baş aşağı tutun ve hafifçe sallayın sonra burnunuza yaklaştın gözlerinizi kapayın, yayılan o güzel, hoş kokuyu derin bir nefesle içinize çektikten sonra mest olmuş halde iken Salâvat getirin.

Rabbim bizleri de Osmanlı gibi reyhanı koklayarak şükrü, sümbüle bakarak ölümü ve yeniden dirilmeyi, güle bakarak Resullulah’ı tefekkür etmeyi ve ona salavat getirmeyi hatırlayan kullarından eylesin. Âmin.

Osmanlı insanı kokuyu bu şekilde yaşamaya devam ede dursun peki bu arada kendilerini, modern insan!  Diye tanımlayan dünya ülkelerindeki veya Avrupa da ki Osmanlının koku kavramı nasıl gelişiyordu kısaca ona da değinelim.
Nasıl ki tuvalet ve hamam kültürünü dünyaya Osmanlı öğretmişse, kokuyu da Avrupalılar ve gayri Müslimler Osmanlıdan öğrenmiştir. Osmanlı zamanında üretilen kokular dünyada ün yapmıştır. Bunun göstergesi 1851'de Londra 1. Uluslararası Sergisi'nE gönderilen ürünler arasındaki koku koleksiyonunun gördüğü ilgiyi İngiliz basını yakından takip etmiştir. Ve önemli olan ise bu sergide Edirne sabununun aldığı “nefaset ödülü” dür.  Bundan dolayı 1855 Paris uluslararası fuarına da Osmanlı başka ürünler yanında zengin bir koku standı gönderdi. Kadınlar tarafından serginin açıldığı gün talan edilen koku şişeleri birkaç kez yenilendi ilave edildi. 1862 Londra 2. Uluslararası Sergisi’nde ise Osmanlı ürünleri 83 madalya ve 44 mansiyon aldı. GiriT Valiliği, adada üretilen koku dolayısıyla ödül alanlardan biriydi.

“Muhakkak ki kına (boyası ve kokusu) cennet kokularının reisidir...”  
AhmetSAHRA

Post a Comment:

Fazlasını biliyorsan yorumlayabilirsin!!!